bezelyeler ve sürreal anılar
Bugün, çok güzel bir gündü. Bezelye ayıklamak için. Gün ışığının bana kalan kıyısında köşesinde oturup yemek yapmak için. Yeni bir diziye ve yeni bir kitaba başlamak için. Öfkemi bir bebek gibi kucağıma alıp aslında kendime kendimi ne kadar sevdiğimi anlatabilmem için. Hepsi bezelyelerle başladı tabii.
Yemek yapmak ciddi terapi, meditasyon hatta. Geleceğin ve geçmişin kaygılarından uzaklaştıran her şey meditasyondur belki de? Pazardan koca bir demet nane almıştım, en küçüğünü seçmeye çalışarak. Naneler hep çürüyor, üzülüyorum. Bu yüzden bu defa kurutmaya karar verdim. Tek tek yapraklarını ayıklayıp yıkayıp kedilerimin yemeye yeltenemeyeceği bir odaya kapattım.(Evet kedilerim yeşillik yemeye bayılır.) İnanılmaz iyi hissettirdi. Hiçbir şeyi bilinçsizce tüketmek istemiyorum. En önemlisi de nefesim.
Hiç yürürken bir nefeste kaç adım atabileceğinizi saydınız mı? Ben nefes alırken 5, verirken 6 adım atabiliyorum. Düzenli nefes egzersiziyle bu sayıyı yükseltebilirim. Ama daha güzeli yürürken yürüdüğümü hissetmem. Sanki daha önce hiç yürümek gibi bir amacım olmamış, sadece bir yerlere sürüklenmişim gibi.
Modern dünyada bu basit güzelliklerden uzaklaşmış olmamız yaralayıcı. Nane yapraklarını kurutmak, bezelyeleri ayıklamak gibi güzellikler. Hiç kimse aldığı nefesin farkında değil. Herkes gün ışığının onlara kalan kıyısında gökyüzüne bile bakmadan yürüyor. Herkes ilgisizlikten, şefkatsizlikten yakınıp duruyor, ama kimse en son ne zaman kendine iyi davrandığını sorduğumda net bir cevap veremiyor.
Öte yandan çocukluğuma dair net hatırladığım çok az şeyin olması beni kırıyor. Tüm çocuklar büyüdüklerinde böyle mi hissedecekler? İçimizdeki çocuğun hiç ölmediği gerçeği işte bu yüzden çok doğru. Oralarda bir yerlerde onunla ilgilenmemizi bekliyor. Biz ona gereken sevgiyi göstermediğimizde dışarı çeviriyor kafasını. Parmağıyla birini işaret edip o zaman bu kişi beni sevsin bari diyor. Çaresiz kalmayı bile isteye seçiyoruz.
Rüyamda savaştaydık, ya da ciddi bir felaketin ortasında, bilmiyorum. Darmadumandı her yer. Koşuşturmacanın arasında iki köpeği kurtarmaya çalışıyordum. Her şey çok korkunçtu ama kabus değildi nedense. Bir şekilde rüyada olduğumu hissetmiş olmalıyım. Çocukluk anılarım da böyle; çok sürreal, ama bir o kadar da tanıdık.
Tüm gün yakınlarımda bir Budist tapınağı olsaydı keşke deyip durdum. Gidip dharma dinletilerine katılacaktım çünkü. Bir lokmayı 50 kere çiğnemek gibi katı kurallarım yok ama varlığımı çiçeklendirmek isterim.
Umarım herkes şu andadır.
Şu anda kalamayanları da yoga matına beklerim.